Bir davanın mahkemeye intikali ve sonuçlandırılması belirli aşamalardan oluşur. Bu aşamalar sürecin hem sistematik hem de anlaşılır bir şekilde takip edilmesini sağlar. Genel hatlarıyla bu safhalar soruşturma, kovuşturmaya başlangıç, duruşma, esas hakkındaki mütalaa ve buna karşı savunma, hükmün verilmesi ve verilen hükme karşı kanun yolları olarak tasnif edilebilir.
15 Temmuz davalarında yargılanan kişi sayısının çokluğu ve olayın karmaşıklığı dikkate alındığında, yukarıda belirtilen aşamaların normal şartlarda on yıllar sürmesi beklenirken; bir telaş içinde ve siyasi baskıların etkisiyle süreç olabildiğince çabuk bir şekilde sonlandırılmaya çalışıldı. Nitekim bu telaş halinin de etkisiyle, gerçeğin ortaya çıkarılması ana gayesinden çok uzakta, deyim yerindeyse “dostlar alışverişte görsün” tadında sözümona bir “yargılama” yürütüldü; akabinde apar topar hükümler verilerek yargı süreci tamamlandı.
Bu davalardan biri olan ve 244 kişinin yargılandığı Beştepe Jandarma Genel Komutanlığı davası, 6 Kasım 2017’de yapılan ilk duruşmayla başlamış; mahkemenin 26 Haziran 2020’de hükmünü açıklamasıyla jet hızıyla sonuçlandırılmış ve dosya Yargıtay sürecine taşınmıştır. [1] Beştepe davasının 2,5 yıl içinde hükme bağlanması, böylesine karmaşık ve ülkenin dört bir yanına yayılmış bir olay için olağanüstü hızlı bir süredir. Dünyada meydana gelmiş bazı “gerçek” darbe ya da savaş suçları yargılamalarına bakıldığında bu fark daha net görülür: Örneğin Arjantin’deki cunta yargılamaları yaklaşık 20 yıl, Kamboçya’daki Kızıl Kmerler davası 16 yıl, Eski Yugoslavya savaş suçları davaları ise bazı sanıklar için 20 yıl sürmüştür. Tek bir ülkenin iç dinamikleriyle sınırlı kalmasına rağmen, on binlerce mağdur, yüzlerce sanık ve binlerce klasör delil barındıran 15 Temmuz dosyalarının birkaç yıl içinde tamamlanması, gerçeği ortaya çıkarmaktan çok davaları hızla sonuçlandırma iradesinin ön plana çıktığını açıkça göstermektedir. [2][3][4]
Bu yazı dizisinde, Jandarma Kurmay Yarbay Bülent Ak’ın 15 Temmuz Beştepe Davası mahkeme sürecinin son aşamalarından “Mütalaaya Karşı Savunma” safhasında yaptığı, o güne kadar bizzat şahit olduğu yargılama sürecinin adeta röntgenini çektiği ve adını “Geçmiş günahın gölgesi uzun olur…” koyduğu savunmasını vicdanlarınıza sunuyor olacağım.
Bu, bir sanığın mahkeme heyeti huzurunda yaptığı sıradan bir savunmadan ziyade, çok iyi yetişmiş bir kurmay subayın, mahkeme heyetinin gözlerinin içine bakarak “yargıyı yargıladığı”, gelecekte üzerine çok konuşulacak bir manifestodur.
“Devlet, bir yargıcın ve savcının korumasına muhtaç olmayacak kadar güçlüdür.”
“… Geçmiş Günahın Gölgesi Uzun Olur ismini verdiğim bölümle başlayacağım. Sizlerden, savunmamı özgür iradem doğrultusunda ve sözde zaman tahdidi gerekçe gösterilerek müdahale edilmeden yapabilmem için gerekli imkânların sağlanmasını istirham ediyorum.
Yargı, millet adına karar verir. Devlet adına vermez. Millet fertlerden, bireylerden, şahıslardan oluşur. Sen, ben, o, biz, siz, onlardır millet. Yargının millet adına karar vermesine ilişkin ilkenin, prensibin temelinde yatan gerçek, yargının asli vazifesinin bireyin, ferdin temel hak ve hürriyetlerini koruma sorumluluğu ve zorunluluğu ile devletin zaten güçlü olması nedeniyle korumaya ihtiyacı bulunmaması gerçeğidir.
Savcı ve yargıç vazifesini, devleti koruma endeksli icra etmeye başladığı andan itibaren asli vazifesi olan kişilerin haklarını koruma sorumluluğunu yerine getiremez. İşte, o zaman yargı, yürütmenin, kolluğun vazifesini yapmaya başlar. Yürütmenin yerini almış olur ki, zaten güçlü olan devletin karşısında zayıf olan ferdin daha da zayıflamasına, sesini duyuramamasına ve yok olmasına sebebiyet verir…” [5]
“İnsanı yaşat ki devlet yaşasın”
“…Edebali o yüzden, Osman Gazi’ye, ‘Ey Oğul!’ diye başlayan nasihatlerinde, ‘İnsanı yaşat ki devlet yaşasın!’ demektedir. Koca imparatorluğun dağılmasının temelinde de insanı yaşatmadığı için çürüyen ve kokan sistem vardır. Fert, birey ve insanın hakkı korunduğu zaman doğal olarak devlet korunur ve korunacaktır.
Ancak, ‘devleti koruyacağım’ bazlı atılan yargı adımları insanı ve ferdi gerçekte korumayacak, yahut ‘mış gibi’ koruyacaktır. Devlet, bir yargıcın ve savcının korumasına muhtaç olmayacak kadar güçlüdür. Bunun tersini düşünerek, devletin hakkını koruyacağım demek, asli vazifeyi unutarak, ferdin hak ve hukukunun sahipsiz bırakılmasına neden olması yanında, güçlü olan devletin kendini koruyamadığını söylemek suretiyle de hakimin ve savcının kendisini devletten daha güçlü olduğunu iddia etmesi anlamına gelecektir. Beş bine yakın savcı ve hâkimin bir gece içerisinde bir listeyle görevden el çektirilip tutuklanması, bu iddianın bir karşılığı olmadığını açıkça göstermektedir. Yani, bu kadar yargı mensubunun görevinden alınması, kimin güçlü olduğunu gösterirken, bu işlem sonucunda devletin batmamış olması, devletin bir yargıç ve savcının korumasına ihtiyacı olmadığını resmen haykırmaktadır…” [6]
Adaletin gereği “at izi ile it izini ayırmaktır”
Yargıç ve savcı zaten devletin gücünü kullanmaktadır. Devletin gücünü kullanarak varlığını devam ettiren bir yargıç ve savcının devleti korumaya çalışmasının, işgüzarlık ve sorumsuzluk olarak algılanacağı tartışmasız bir gerçektir.
Suçu araştırmakla sorumlu olan savcıya, CMK’da sadece sanığın aleyhine olan delilleri değil, lehine olan delilleri de toplama sorumluluğu verilmesinin temelinde zaten ferdin, insanın hak ve hürriyetlerinin korunması gerçeği yatmaktadır.
İşte devletin değil, bireyin, ferdin ve insanın hukukunun korunmasının temel alındığı yerde, Doğu Roma’yı yıkarak Avrupa’yı dize getiren koca Hünkar Fatih’in elinin kesilmesine de karar verilir… Esas olan, devletin yaşaması için insanın yaşaması ve yaşatılmasıdır. Bu da kişinin hak ve hukukunun korunmasından geçer. Devletin itibarı, hukuka bağlıdır. Adaletin gereği, daha çok insanı dışlamak, daha çok insanı cezalandırmak değil, at izi ile it izini ayırarak adalet dağıtmak, suçu sabit olmayan insanları toplumla bütünleştirmektir…” [7]
Bir sonraki yazıda, hukukun üstünlüğü ilkesine yapılan ihaneti ve bunun sonucu olarak yargı ile yürütmenin birbirlerinin rollerini çalma yarışını; somut örnekler eşliğinde ve Kurmay Yarbay Bülent Ak’ın anlatımıyla sizlerle buluşturacağım.
Kaynaklar:
[2]https://usali.org/usali-perspectives-blog/reassessing-cambodias-khmer-rouge-trial?utm_source=
[3]https://bianet.org/haber/48-arjantinli-cuntaci-olum-ucuslari-ve-iskence-merkezi-nden-mahkum-192142
[5][6][7] Jandarma Kurmay Yarbay Bülent Ak’ın 05 Şubat 2020 tarihinde Ankara 23. Ağır Ceza Mahkemesinde “Mütalaaya Karşı Savunma” kapsamındaki beyanları.