15 Temmuz gecesine ait kamera görüntüleri ve bunlara dayalı bilirkişi raporu, hukuki standartlara uygun mu? Yoksa adaletin temelini sarsan usulsüzlüklerle mi dolu?
Bir yargılamanın en temel unsurlarından olan delillerin güvenilirliği ve tarafsızlığı, adil bir sürecin olmazsa olmazıdır. Ancak, 15 Temmuz davalarında kamera kayıtlarının ve bunlara ilişkin bilirkişi raporunun hazırlanmasında ortaya çıkan çarpıcı hukuksuzluklar, adalet arayışını derinden etkiliyor.
Jandarma Genel Komutanlığı Beştepe Karargah Davasında yargılanan Jandarma Mühendis Albay Şükrü Demirtürk’ün mahkeme huzurundaki savunması, bu delillerin hukuken sakatlandığını gözler önüne serdi. Albay Demirtürk, kamera görüntüleri ve bunlara ait bilirkişi raporunun, hukuken kabul edilemez olduğunu belirtti.
Mahkemede Mühendis Albay Şükrü Demirtürk’ün savunmasından:
“…Sayın başkan, kamera görüntüleri ile kamera görüntülerine ait bilirkişi raporunun detaylarını birazdan açıklayacağım nedenler ile hukuken sakatlanmış olduğundan kabul etmiyorum.
Mahkemeye sunulan bilirkişi raporunun içeriğinde kişilere ait değerlendirmelerin tüm adli raporlarda olması gerektiği gibi her bir görüntünün ayrı ayrı netlik, kalite ve ışık kaynağı olarak incelenmesi, vücudun, boy, kilo şekil ve benzeri yapısı ile görüntülerin mukayese edilmesi, bunların sonucunda olasılıklar çerçevesinde belirtilmesi gerekirdi. Bu çalışmalar yapılırken de incelemenin uluslararası seviyede kabul gören teknikler ve antropometrik standartlara uygun olması gerekmekte idi, oysa mahkemeye sunulan bilirkişi raporu belirtilen tüm bu kriterlerden uzak bir şekilde hazırlanmış ayrıca uzmanlığı bulunmayan personel bir araya getirilerek tahmine dayalı bir çalışma yaptırılmıştır. Böyle bir çalışmanın sonucunda da bana ait olduğu belirtilen görüntülerde birçok görüntüde silah yokken “görüntüde ki kişinin silahlı olduğu”, iki görüntüde arkadan görünmesine rağmen kişinin ben olduğum, bir görüntüde bir kişi bile görünmüyor olmasına rağmen “4 kişi ile birlikte bir araçtan indiğim”, en az 3 görüntü de görüntüdeki kişinin yüzü seçilememesine rağmen ben olduğum iddia edilmiştir. Bazı görüntülerde de yoruma dayalı kanaatler kullanılmış ve “diğer eylemciler ile birlikte” gibi sonuçlar çıkarılmış. Gece 01-06 arasının nerede ise tamamını kendi odamda ve kendi katım olan 10. Katta silahsız olarak geçirmeme rağmen bu zaman dilimine ait tek bir kare görüntü yer almamıştır.
2016/105266 sayılı soruşturma dosyası ile ilişkili olarak 4 nolu komisyon tarafından hazırlanan ve aynı zamanda iddianamenin ekleri arasında yer alan 6 Şubat 2017 tarihli raporun içeriğinde dijital ve analog kamera kayıtları arasında 2-30 dakikalık zaman farkları olduğu tespit edilmiştir ifadesi yer almaktadır. Ancak bilirkişi raporunda zaman, sıra çizelgesinde ve görüntülerin üzerinde yer alan zaman bilgilerinde neyin referans aldığı belirtilmemiştir. Her bir kameranın zaman bilgisini ayrı ayrı doğru kabul ettiğimizde bazı tutarsızlıklar olacağı açıktır. Bir kişinin aynı anda hem B1 ‘de hem 11. Katta hemde bahçede olma ihtimali mevcuttur. Hatta bir kişinin gerçekte henüz olmadığı bir yerde varmış gibi görünme ihtimali de mevcuttur. Kameralar arası zaman farklarının oluştuğu bu soru işaretlerinin ve tereddütlerin yanı sıra belki de daha önemli bir konu kameraların zaman bilgisinin gerçek Türkiye saati ile ne kadar senkron olduğunun bilinememesidir, kameralar arası zaman farklarının bulunması kameraların zaman bilgisinin Türkiye’nin gerçek zamanından farklı olabileceği anlamına gelir ki bu da sanıkların o an için olmadığı bir yerde varmış gibi görünüp suçlu kabul edilmesine veya tersi bir duruma neden olabilecektir. Anayasal Düzeni Ortadan Kaldırmaya Teşebbüs, Adam öldürme gibi ağır cezaları gerektiren suçlamalar ile ilgili yapılmakta olan yargılama sürecinde otopsi raporları, balistik raporları, el svapları gibi delillendirme bulunmadan nerede ise en önemli delilin kamera görüntüleri olarak kabul edilmesinden dolayı bilirkişi raporu ayrı bir önem kazanmaktadır. Bu nedenle az önce belirttiğim zaman bilgisinin de her bir görüntüde gerçek zaman bilgisi olarak ayrıca yer alması gerekmektedir. Ben dahil birçok sanık o gece yaşananlar ile ilgili zaman bilgisini tam olarak hatırlayamamakta huzurda savunmasını yaparken de mahcup olmamak için kamera görüntülerine bakarak bir şeyler tahmin etmeye çalışmaktadır. Zaman bilgisinin doğruluğu tartışmalı olan kamera görüntülerine dayalı yapılan savunmalar ve bunun sonucunda yapılacak değerlendirmelerde tereddütler olacağı açıktır.
Kamera kayıtları ile ilgili yaşanan bir diğer tereddüt ise kamera kayıtlarının yedeklenmesi ve imaj alınmaması ile ilgili süreçtir, o gece dışarıdaki birlikleri sevk ve idare ettiği iddianamede yer olan ve olayın tarafı olan Ahmet Hacıoğlu tarafından güvenilir personel denilerek Özcan Şahin’in kamera kayıtlarının yedeklenmesi ve emniyete alınması maksadıyla görevlendirildiği belirtilmektedir. Güvenilir personel neye ve kime göre güvenilir personeldir. İmaj alma işleminin adli makamların talimatı ile ve tarafsız kişilerce yapılması gerekirken kamera kayıtları görevlendirilen bu personel nezaretinde adli makamların talimatı ve kararı olmadan 9 gün kalmış ve yedek alma işlemi 9 gün sonra gerçekleştirilmiştir.
Ayrıca Fatih Karabağ’ın huzurda vermiş olduğu ifadeden anlaşıldığı üzere bizzat Ahmet Hacıoğlu tarafından da kayıtlara müdahale edilmiştir. Komuta katının bulunduğu kayıtlar ise yedek alınmadan doğrudan teslim edilmiş ve ortada mukayese yapılacak bir baz kalmamıştır. Ayrıca iddianame ekinde yer alan akar görüntüler yine bu iddianame kapsamında müşteki olan İrfan Algel arasında bulunduğu bir heyet tarafından hazırlanmış ve hukuksuz bir süreç başlatılmıştır. Bir harddiskte ekleme veya silme yapıldığı ancak imaj alınması ile mümkün olmakta yedekleme alındığında bu harddiske silme veya ekleme yapıldığı anlaşılamamaktadır. Davaya konu kamera kayıtlarının imajlarının alınmaması, hash değerinin tespit edilmemesi yedeklemede yaşanan gecikme ve hukuksuz süreç kamera kayıtlarını müdahaleye açık bir hale getirmiştir.
Bu nedenle kamera kayıtları CMK’nın 134, 206/2 , 217/2,288. Maddeleri uyarınca delil olma özelliğini kaybetmiş ve hukuka aykırı delil konumuna sokulmuştur. Nitekim nizamiye kayıtlarını bulunduran DVR cihazlarının incelenmesi için adli bilişim uzmanlarının görevlendirilmiş olduğunu iddianame eklerinde görmemize rağmen bu adli bilişim uzmanlarının hazırladıkları sonuç raporlarını göremiyoruz. Bu sonuç raporları görülebilmiş olsa idi hard diskler üzerinde tahrifat yapılıp yapılmadığı hakkında bir fikir sahibi olunabilecekti. Bu bilirkişilerin görevlendirildiği ile ilgili görevlendirme yazılarını ve onlara ödeme yapıldığı ile ilgili yazıları mahkemenize sunuyorum. Raporlarını göremediğimiz Ahmet Hakan Erdoğan ve Levent Güner’in huzurda tanık olarak dinlenmesini talep ediyorum. Ahmet Hakan Erdoğan ve Levent Güner. Bilirkişi olarak resen atanmışlar başkanım. Kamera kayıtlarını inceleyen bilirkişi heyetine CMK 64/3 maddesine aykırı olarak Jandarma Genel Komutanlığında üstelik Ahmet Hacıoğlu’nun personeli olarak görev yapan iki personel dahil edilmiştir. Ayrıca yine müşteki konumunda bulunan Emniyet Genel Müdürlüğünden de personel dahil edilmiştir. Böylece kamera görüntüleri bilirkişi heyet raporu da CMK 64/3 maddesi uyarınca hukuka aykırı konuma sokulmuştur, kamera kayıtlarını ve bilirkişi raporunu hukuken sakatlanmış olduğundan kabul etmediğimi aleyhime delil olarak kullanılamayacağını arz ederim.” [1]
Sonuç olarak, ağır cezaları gerektiren suçlamalarla ilgili yürütülen bu yargılamada, otopsi, balistik, el svabı gibi delillendirmeler bulunmazken, en önemli delil olarak kabul edilen kamera görüntülerinin ve bilirkişi raporunun böylesine ciddi eksikliklerle dolu olması, davanın meşruiyetini zedelemekte ve hukukun üstünlüğüne olan inancı sarsmaktadır. Bu koşullar altında adaletin yerini bulduğunu söylemek mümkün değildir.
Kaynaklar [1] Jandarma Mühendis Albay Şükrü Demirtürk’ün Ankara 23. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki beyanları.