Adil bir yargılanma, bir hukuk devletinin temel direğidir. Bu sürecin her adımı – yakalamadan gözaltına, delil toplanmasından mahkeme salonundaki savunmaya kadar – kanunlarla net bir şekilde çizilmiştir. Ancak 15 Temmuz Beştepe Jandarma Genel Komutanlığı dava yargılamalarında, Avukat Ayten İzmirli’nin 05 Kasım 2018 tarihli duruşmada SEGBİS kayıtlarına geçen beyanları, bu temel direğin en başından itibaren nasıl sarsıldığına dair ciddi soru işaretleri doğuruyor. Belgeler ve ifadeler, sistematik bir usulsüzlükler zincirini gözler önüne seriyor.
Avukat Ayten İzmirli’nin Ankara 23.Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki Beyanlarından:
a. “…orada gözaltına alma işlemleri sırasında polisin tutulması gereken bir evrak bütünü vardır. Ve hiç bir yerinde boşluk kalmaması gerekir. Fakat bakıyoruz, gözaltına alınmasına karar veren diye bir İçişleri Bakanlığı’nın sevk serbest bırakma tutanağı var, burada savcı yazmış, göz altına alan diye TEM şube, gözaltı tarihi var sadece 16/07, saat yok, gözaltından çıkarma saati yok. Burada doldurulması gereken hiçbir yer doldurulmuyor. Her şey boş sadece müvekkilimin imzası var, gözaltı nezarethane sorumlusunun da ne bir imzası ne bir ismi var, hiç bir şey yok, tamamen usule aykırı tutulmuş, yine yakalama gözaltına alma tutanağımız var, şüpheli sanık hakları formu var. Burada sadece müvekkilimin kimliği yazılmış, savcının adı yazılmış, gözaltına alma tarihi 16/07/2016 saat yine yok. Bunun arkasından aslında yakınlarına haber verme tutanağı düzenlenmesi gerekiyor o da yok. Bunu en güzel üçüncü maddeden anlıyoruz, yakalandığınızı veya gözaltına alındığınızı yakınlarınıza haber verme hakkı vardır. Haber vermek istediğiniz yakınınıza durum derhal bildirilecektir diye bir madde var ama asla benim müvekkilim de dahil olmak üzere gözaltına alınan hiç bir şüphelinin ne ailesine, ne yakınına, hiç kimseye haber verilmedi…”
b. “…yine her gün düzenlenmesi gereken genel adli muayene raporu oradaki aksaklıkları söyleyeyim ben size, 16/07/2016 tarih görünüyor, saat yok. Gönderen makam Ankara İl Emniyet Müdürlüğü, şimdi muayene koşulları dediğimiz kısım çok önemlidir başkanım, burada özellikle siyah siyah yazmışlar, diyorki bu bölümü gözaltı işlemi ve insan hakları ihlali iddiası ile ilgili muayeneye getirilen kişiler için mutlaka doldurun diyor. Bomboş, hiçbir şey yok, müvekkilimin biraz önce sözünü ettiği yaralanma ve darp olayları ile alakalı çok az da olsa bir takım şeyler yazılmış, hassasiyet demiş, ödem demiş ekimoz demiş, sonrakilere bakıyorsunuz genel adli muayene raporunun ikinci sayfasında bunlarda bir iki üç diye belirtilmiş ama yine doldurulması gereken hiçbir yer doldurulmamış, bunlar tamamen hukuka aykırı işlemler, yine müvekkilim hakkında burada bakıyorsunuz gönderen resmi kurum belli değil, rapor tanzim tarihi, saati belli değil, hiçbir şey, ortada sadece müvekkilim ile alakalı sadece kenara barkodu yapıştırılmış, muayene koşulları bomboş, nasıl muayene edildi bu insan,doktor baktı, bakmış, uzaktan iki gözü ile bakmış, öyle görünüyor. Burada da utanmadan bunu nasıl yazmışlar bilmiyorum, darp cebir izine rastlanmadı diyor. Bir sonraki sayfada tertemiz yine darp cebir izi yoktur, haricen normaldir diye , halbuki öldü diye bırakılmış benim müvekkilim, burada ölmesin diye hastaneye göndermişler…”
18/07/2016 tarihli genel Adli Muayene raporumuz var, yine gönderen resmi kurum belli değil, hiçbir şey belli değil, sadece müvekkilin ismi yazıyor, muayene koşulları bölümleri doldurulmuş her halde doktor farklı burada, yine darp cebir izi yok diyor.
..yine aynı şekilde 19/07 /2016 de düzenlenen raporda şikayet yok diyor. Gerçekten öyle mi değil mi bunu nasıl ispatlayacağız ama bir sonraki sayfada yine aynı şekilde bomboş tertemiz bir sayfa , ek şikayet yok diyor, peki önceki şikayeti neydi ki ek şikayet yok diyorsun sen, yapılan harici muayenesinde ek olarak darp ve cebir izine rastlanmadı diyor, demek ki önceki raporda var, yaralar kapanmış ama yenisi yok diyor…”
c. “…Şimdi geliyorum idari tahkikat raporlarının ne kadar usule aykırı olarak hazırlandığı, CMK bu konuda açık. CMK 64 madde çok açık, diyor ki kamu görevlileri bağlı bulundukları kurumla ilgili davalarda bilirkişi olarak atanamaz . Bu yanlışı en başta Cumhuriyet Savcısı yapıyor. Hadi diyelim C. Savcısı yanlışlık yaptı, kurum kanun böyle değil, biz başka kurumdan atayalım orada gönderin denmiyor. Bu bilirkişi raporu ve idari tahkikat raporları ile alakalı olarak müvekkilim biliyorsunuz çok çok ayrıntılı savunma yaptı. Çok güzel bir savunmaydı ben ayrıntısına girmeyeceğim… Nasıl usule aykırı heyetlerin toplandığı, heyetin görev süresi, 04 Ağustos da bittiği halde bununla alakalı da dosyamızda belge de var. 04 Ağustos 2016 tarihli Jandarma Genel Komutanlığının bir yazısı var. Tahkikat heyetinin görevinin sona erdiği diye buna rağmen bu saatten sonrada tahkikat heyetinin sanki hiçbir şey umursamadan kafasına göre raporlar yazdığı, kendi kendince işte genel bilirkişi raporları hazırladığı, ama şeyi çok güzel söylüyor. Savcılığın şu günlü yazısı ile yapılan görevlendirmeye dayalı olarak genel bilirkişi raporu diyor. Olmaz, aynı birlikten olmaz. Yasa açık. Dolayısıyla başta da söylediğim gibi zehirli ağacın meyvesi de zehirli, bunların kesinlikle iddianameye esas alınmaması gerekiyordu. Burada savcımız ne yapmış, iddianameyi hazırlayan soruşturma savcısı hiç bir şeye elini sürmemiş, hiç bir şey ama. Dosyaya bakıyorsunuz hep jandarmanın idari tahkikatte ve haricen aldığı bilgi alma tutanakları var. Savcılıkta alınan ne bir ifade ne bir şey hiç bir şey yok. Ama o kadar güzel tutanaklar tutulmuş kendilerini kurtarmak için olduğunu düşünüyoruz zaten…”
d. “…Müvekkillerle alakalı aleyhe gelen ifadelerden bahsettiniz. Mahkeme önüne gelip tartışılmayan hiçbir delil tanık hükme esas alınamaz. Dolayısıyla bu kişilerin mutlaka mahkemeye çağrılıp bizim sorularımızla da muhatap olmasını talep ediyoruz. Onun için bu konuya hiç girmeyeceğim. Kabul ediyoruz ya da etmiyoruz da demeyeceğim. Bunların mahkeme huzurunda mutlaka tartışılması gerekiyor…”
e. “…Müvekkilim ile salonda görüşmek istiyorum. Bakın avukat müvekkil görüşmesi mahremdir. Ve kanunda açıktır bu konuda, kimsenin duyamayacağı bir şekilde görüşürüz biz. Ama görüşme yapıyoruz yanımızda kolluk görevlileri, ne konuşuyorlar acaba örgütsel mi konuşuyorlar diye kulak kabartıyorlar. Bunların hepsi usule aykırı, bugün de yaşadık. CMK 201’e aykırı olduğu halde müdahillikleri kabul olunmayan müştekilere ve müşteki vekillerine çapraz sorgu hakkının verilmesi açıkça yasaya aykırıdır…”
f. “…Duruşma salonunda tavandan sarkan mikrofonlara izin verilmesi, usule aykırı yapılan ortam dinlemesi kesinlikle yasak…”[1]
Avukat Ayten İzmirli’nin beyanları ve sunulan belgeler, Türk Ceza Kanunu (TCK) ve Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) başta olmak üzere birçok yasal düzenlemenin ihlal edildiğini ortaya koymaktadır. Bu eylemler aşağıdaki potansiyel suç ve hak ihlalleriyle ilişkilendirilebilir:
- İşkence ve Kötü Muamele (TCK Madde 94): Gözaltında meydana gelen ve ilk doktor raporuna yansıyan yaralanmalar, kötü muamele veya işkence suçunun varlığına işaret edebilir. Sonraki raporlarda bu izlerin “yok” sayılması, delillerin karartılması şüphesini güçlendirir.
- Resmi Belgede Sahtecilik ve Gerçeğe Aykırı Rapor Düzenleme (TCK Madde 204, 276): Birbirini tekzip eden ve kritik bölümleri boş bırakılan adli muayene raporları, gerçeğe aykırı rapor düzenleme veya resmi belgede sahtecilik suçlarının işlendiği ihtimalini gündeme getirir.
- Adil Yargılanma Hakkının İhlali (Anayasa Madde 36, AİHS Madde 6): Bu, tüm süreci kapsayan ana ihlaldir. Altında şu unsurlar bulunmaktadır:
- Usulsüz Bilirkişi Ataması (CMK Madde 64): Tarafsızlığı imkânsız kılan bu atama, CMK’nın açık hükmünün ihlalidir.
- Hukuka Aykırı Delil (CMK Madde 217): Usulsüz bilirkişi raporları ve mahkeme salonunda yapıldığı iddia edilen yasa dışı dinlemeler, “hukuka aykırı olarak elde edilmiş” delil niteliğindedir ve hükme esas alınamazlar.
- Çapraz Sorgu Hakkının Engellenmesi (CMK Madde 201): Sanığın, aleyhine tanıklık eden kişilerle mahkeme önünde yüzleşme hakkının engellenmesi, savunma hakkının temelden ihlalidir.
- Savunma Mahremiyetinin İhlali (Avukatlık Kanunu Madde 36): Avukat-müvekkil görüşmelerinin gizliliğinin sağlanmaması, savunma hakkını değersizleştiren bir uygulamadır.
- Görevi Kötüye Kullanma (TCK Madde 257): Süreçte yer alan ve kanunun gerektirdiği usullere uymayan (raporları eksik dolduran, usulsüz bilirkişi atayan vb.) tüm kamu görevlileri için bu suçun unsurları oluşabilir.
Sonuç: Usul ve Esas
Tüm bu iddialar bir araya geldiğinde, tablo, münferit bir soruşturma hatasından çok daha fazlasını, adil yargılanma hakkını temelden dinamitleyen sistematik bir yaklaşımı işaret etmektedir. Hukukun en temel ilkelerinden biri, “usulün, esasa mukaddem olduğu” yani adalete giden yolun kurallara uygunluğunun, varılacak hedefin kendisi kadar önemli olduğudur. Çünkü usül kuralları, vatandaşın devlet gücü karşısındaki tek zırhıdır.
Bir yanda, varlığı ve yokluğu iki günde değişen yaraları gösteren çelişkili doktor raporları; diğer yanda, kanunun “tarafsız olamaz” dediği kişilerin hazırladığı bilirkişi mütalaaları ve savunma hakkını hiçe sayan mahkeme uygulamaları… Bu usulsüzlükler zinciri, adaletin nasıl şeklen var gibi görünüp özünde yok edilebileceğinin endişe verici bir portresini çiziyor. Böyle bir temel üzerine inşa edilen bir yargılamanın sonunda verilecek kararın, adı ne olursa olsun, “adalet” olarak anılması mümkün müdür?
Kaynaklar
[1] Avukat Ayten İzmirli’nin Ankara 23. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki 28.08.2019 tarihli beyanları.