15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminin ardından birçok kişi, çeşitli suçlamalarla yargılanarak yıllarca süren davaların ortasında kaldı. Bu süreçte sanıklar, çoğu zaman maddi gerekçelerle suçsuz olduklarını savunarak adaletin sağlanması adına haklarını aradılar. Bülent Ak da bu süreçte kendisine yöneltilen suçlamalara karşı hukuksuz bir idari tahkikatın ardından yargılanan isimlerden biri oldu. Ancak Ak, savunmasında iddia ettiği gibi, tahkikatın sadece bir formalite olmadığını, aksine hukuka aykırı bir biçimde kumpasa varan ihlallerle yürütüldüğünü vurguluyor.
Bülent Ak, mahkemede yaptığı açıklamalarda olayların ardında yatan gerçeklere şu sözlerle dikkati çekti: “İdari Tahkikatın hukuksuz bir şekilde yürütüldüğünü ve tahkikat heyetinin bana ve diğer sanıklara kumpas kurduğunu düşünüyorum”. AK’a göre, bu tahkikat sadece yasal bir işlem değil, aynı zamanda bir suç üretme sürecinin parçası. Savunmasına göre, iddianamenin tamamen İdari Tahkikat Raporu’ndan kopyalanmış olması, gerçeklerin çarpıtıldığının açık bir göstergesi. Ak, “İddianameyi hazırlayanlar, sadece idari raporu alıp, olduğu gibi kopyalamakla yetinmişler” diyerek yargı sürecinin aceleye getirildiğine ve manipüle edildiğine vurgu yapıyor.
Mahkeme süreçlerinde kararı etkileyen en önemli delillerden birisi de tanık ifadeleridir. Birden fazla tanık olması durumu bu ifadeleri güçlendirir ve karara olan etkisini artırır. Söz konusu ifadelerdeki tutarlılık bu aşamada hayati önem arz eder. Peki, ya tanıkların ifadeleri birbiriyle birebir aynı ise…
Birbiriyle aynı ifadesi başından aynı olay geçmiş kişilerin anlatımı göz önüne alındığında sakıncasız görülebilir. Fakat burada kastedilen noktası virgülüne birebir aynı ifadeler. Dahası ifadelerde yapılan noktalama ve imla hatalarına kadar aynı ifadeler…
Bir diğer dikkat çeken iddia ise ifadelerin alınma şekli ve içerikleriyle ilgili. Ak, “İfadelerin 11 satırı noktasına virgülüne kadar aynıydı” diyerek, ifadelerin aynı anda ve aynı kalıplar üzerinden alınmış olabileceğini vurguluyor. Savunmasında, “Siz 10 kişi aynı anda mı ifade verdiniz? Hepinizin ifadesi aynı mıydı?” şeklindeki sorusuyla ifadelere dair ciddi şüpheler uyandırıyor. Müştekilerden biri olan M. Aydoğmuş, ifadesinin benzer olduğuna dair AK’ın sorularına, “Ayrı ayrı alınan da oldu, beraber verdiklerimiz de oldu. O yüzden benzer ifadeler verdik” diye cevap verdi. Ancak Ak, bu açıklamanın inandırıcı olmadığını ve hukuken geçersiz olduğunu savunuyor. Ak, “İfadeler birebir aynıydı ve bu durum, tahkikatın adil bir şekilde yapılmadığını gösteriyor” diyerek mahkemeye, ifade alma sürecinin ne denli şüpheli olduğunu bir kez daha hatırlatıyor.
Hukuksuz Görevlendirme ile Oluşturulan İkinci Sahte İdari Tahkikat Raporu
AK’ın savunmasının temelinde, hukuksuz ve taraflı bir idari tahkikatın yapıldığına dair inancı yatıyor. Jandarma Genel Komutanlığı içindeki personel tarafından oluşturulan heyetin, hukuka aykırı şekilde görevlendirildiğini belirten Ak, “Tuğg. Ahmet Hacıoğlu’nun, kendi kendini başkan olarak ataması ve daha sonra görevlendirdiği isimlerin tamamının tarafsızlığını kaybetmiş kişiler olması, bu tahkikatı zaten baştan itibaren geçersiz kılıyor” diyerek, sürecin başından itibaren hukuksuzluğa dikkat çekiyor. Özellikle Hacıoğlu’nun görevinden dolayı tarafsızlık ilkesini ihlal ettiğini belirten Ak, “Heyet, sadece soruşturmanın değil, aynı zamanda adaletin de temel kurallarına aykırı hareket etti” diyerek tüm sürecin manipüle edildiğini savunuyor.
İdari Tahkikat Heyetinin, yargılamaya etki edecek birçok noktada evrensel hukuk normlarına ve masumiyet karinesine göre değil, taraflı ve saldırgan bir saikle hareket ettiğini gösteren kanıtlar mevcut. Bunlara da değinen Bülent AK’ın ifadeleri dikkat çekici:
“Jandarma Genel Komutanlığı İdari Tahkikat Raporu hukuken geçersizdir ve yok hükmündedir. Ancak, 04 Ağustos 2016 tarihinde görevi son bulan, yetkisiz ve hukuken taraf şahıslarca hazırlanan bir rapordan sonra niçin 09 Kasım 2016 onay tarihli sahte bir idari tahkikat raporu hazırlandığını şimdi açıklıyorum.
Asıl heyet, 18 Temmuz 2016 tarihindeki emirle kurulan yine yetkisi olmayan Tuğg. Ahmet HACIOĞLU tarafından görevlendirilen; Hüseyin Y., Hasan Hüseyin G., Hikmet U. ve Salih A.’dan oluşmaktadır.
Hatırlarsanız tanık ve müştekilere, ‘ifadenizi kim aldı?’ diye sorulduğunda, hemen hemen tamamı ‘…..yüzbaşı, …..üsteğmen aldı’ şeklinde cevap vermişti.
Fakat görüldüğü üzere, olaydan yaklaşık dört ay sonra, yani Kasım 2016 ayında, kılıf olarak kullanılan 18 Temmuz 2016 tarihindeki emirle, bu sefer heyetin Ahmet HACIOĞLU başkanlığında, Aziz YILMAZ, Güven ŞAĞBAN, Vural EROL ve Ö. Şahin’den oluşturulduğu gibi bir mizansen oluşturulmuştur.
Bakın, ortada iki farklı heyet olmasına rağmen, her iki heyetin de ilgi a ve b de yazılan, aynı tarih, sayı ve konulu evrakla görevlendirildikleri görülmektedir ki, aynı tarih ve sayılı iki ayrı evrak olamaz.
Birincisi, sistem buna müsaade etmez. Çünkü sistem, evrak numarasını, otomatik numaralandırma ile vermektedir. Yani, bunu UYAP’ta aynı numaranın başka bir kovuşturma veya soruşturma dosyasına da verilememesi gibi düşünebilirsiniz.
İkincisi, bir görevlendirme emri ile aynı konuda tahkikat yapmak üzere, sadece bir heyet görevlendirilebilir ki, aynı başkanın altında farklı iki heyetin görevlendirildiği gibi ortaya çıkan manzara zaten sahte birtakım işlemleri göstermektedir.
Ahmet Hacıoğlu’nun hukuki tarafsızlığını kaybetmiş olmasını bir kenara bırakarak hadi başkan olarak görevlendirilebileceğini varsaydığımızı düşünsek bile, Ahmet HACIOĞLU aynı tarih ve sayılı iki farklı emirle iki farklı heyete başkanlık yapamaz.”
Savunmasında ayrıca, idari tahkikatın ve sonrasındaki adli sürecin nasıl bir “zehirli ağaç” gibi büyüyerek ilerlediğini anlatan Ak, “Ortada bir suç üretme amacı vardı. Bu suçu işlemedim, ancak bana suçluymuşum gibi bir etiket yapıştırılmaya çalışıldı” diyerek, yaşadığı mağduriyetin derinliğini dile getiriyor. Ak, ayrıca hukuka aykırı olarak hazırlanan ve sadece bir rapora dayandırılan iddianamenin, her yönüyle eksik ve yanlış bilgi içerdiğini belirtiyor.
İfadeleri birebir aynı olan müştekilerin ifadelerinin bile alınmadan sadece önlerine getirilen tutanaklara imza atmış olması kuvvetle muhtemel. Jandarma Genel Komutanlığı gibi katı hiyerarşinin olduğu kurumlarda astların üstlerinin önlerine koyduğu tutanağı imzalamaktan kaçınma şansı pek olmuyor. Üstelik bu imzaların atıldığı Olağanüstü Hal şartları düşünüldüğünde neredeyse imkânsız. Herhangi bir personel üstlerinden birinin talimatıyla anında darbeci ilan edilip, işkence ve ardından müebbet hapisle sonuçlanacak bir durumla karşı karşıya kalabiliyor. Durumlarının darbe yaptığı iddia edilen askerlerin durumundan çok da bir farkı yok aslında.
Sonuç olarak, Bülent AK’ın savunması, sadece kişisel bir mağduriyetin ötesinde, Türkiye’deki adalet sistemi üzerine derinlemesine bir eleştiriyi de beraberinde getiriyor. Hukuksuzluğun, bireysel değil, toplumsal boyutlarda da derin izler bırakabileceği bir sürecin örneğini sunuyor. AK’ın iddialarına göre, idari tahkikat ve sonrasında yürütülen yargılama, yargı sisteminin manipüle edildiği, tarafsızlığın yok sayıldığı ve sonunda da gerçeklerin çarpıtıldığı bir süreçten başka bir şey değildi. Bu süreç, sadece Bülent AK’ın değil, benzer durumda olan diğer sanıkların da haklarının gasp edildiği bir dönem olarak tarihe geçecek gibi görünüyor.
Kaynak:
Bülent Ak’ın 2017–2019 tarihli savunma tutanakları, Ankara 23. Ağır Ceza Mahkemesi, SEG-BİS kayıt çözümlemeleri ve duruşma zabıtlarından derlenmiştir.