15 Temmuz 2016 akşam saatlerinde, Jandarma Okullar Komutanı Tuğgeneral Sadık Köroğlu lojmanında yemek yerken, Jandarma Okullar Komutanlığı Kurmay Başkanı Vekili Kurmay Albay Murat Koçyiğit’ten bir telefon aldı. Daha sonra mahkemede yaptığı savunmasında, Murat Koçyiğit ile görüşmesini şu sözlerle özetleyecekti:
“Telefonda bana kendisinin Akıncı Üssü’nde olduğunu, orada farklı ve ciddi bir hareketliliğin bulunduğunu, Genelkurmay Başkanlığı Karargâhı’na terör saldırısı tehdidi üzerine Özel Kuvvet personelinin takviye gittiğini duyduğunu ifade etti… Daha sonra Jandarma Genel Komutanlığı Beştepe Harekât Merkezi’ni aradım. Harekât Merkezi’nden, Genelkurmay Karargâhı’nın etrafında kalabalık toplandığını, hatta kendilerine silah kullanıldığı yönünde bilgiler geldiğini, terör saldırısı olabileceğini öğrendim… Gece eğitimimizin olduğunu, emniyet tedbirlerini artıracağımızı söyledim. Gece eğitimi için hazır personel olduğunu öğrenince kuvvet talebinde bulundular. Göndereceğimi belirttim.”[1]
Murat Koçyiğit ile geçen konuşmanın da etkisiyle kışla güvenliği konusuna odaklanan Sadık Köroğlu, o gün yaşananları şu sözlerle anlattı: “Haberciler Tarık Görener’i bağlamada gecikince kendisini cepten aradım ve dön emri vererek gece eğitimini iptal etmesini, tim tim hazırlık yapılmasını, mühimmat da verilmesini, nizamiyelerin takviye edilmesini ve hemen yanıma gelmesini emrettim. Bu tür durumlarla meslek yaşamınızda nadiren karşılaşırsınız… O anki koşullarda değerlendirme yaptım. Bir kargaşa, bir bilinmezlik ve emniyetsiz bir durum söz konusuydu. Ayrıca Beştepe’deki Jandarma Genel Komutanlığı Karargâhı sakindi ama ilerleyen zaman içerisinde ne gibi bir tehlikeyle karşılaşılaşılacağını kimse bilemezdi. Genelkurmay Karargâhı’ndaki, o an için terör saldırısı olarak tanımlanan durumun Beştepe’deki Jandarma Karargâhı için de geçerli olabileceği ihtimalini düşündüm… Buraya takviye kuvvet gitmesinde fayda olacağını değerlendirdim. Harekât Merkezi’nin de bu yönde talebi söz konusuydu. Gerekirse Beştepe’den, bakanlıklardaki Jandarma Karargâhı’na da kuvvet kaydırmak seri ve kolay olacaktı. 17 Şubat 2016 tarihinde, Genelkurmay Başkanlığı’nın askeri lojmanlarının ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın bulunduğu bölgede, askeri araçların geçişi sırasında meydana gelen patlama sonrası kuvvetli terör eylemleri beklendiği yönünde çok sık uyarı mesajları geliyordu… Bir de 15 Temmuz, hatırladığım kadarıyla PKK’nın Suriye’de gerçekleştirdiği ilk konferansın yıldönümüdür. Böyle zamanlarda birliklerde tedbirler artırılır, personel takviye edilir. Ben komutan olarak sorumluluk üstlenerek durumdan vazife çıkardım. Gece eğitimini iptal ettim. Birlik emniyeti ve lojman güvenliği tedbirlerinin alınmasına yöneldim. Jandarma Genel Komutanı’nın istediği emniyet kuvvet takviyesini gönderdim. Yani, yapılması gerekenleri tereddüt göstermeden yaptım… Tarık Görener’e personelin tedbirli olmasını, ilave personel ve mühimmat takviyesinin yapılmasını, nizamiyelerden askeri araç ve personel çıkışının olmamasını, ilave takviye planına nöbet yerlerinin kritik ve hassasiyet arz eden bölgelerinin de dahil edilmesini, özellikle 2 no’lu nizamiyenin bu bölgeye hâkim konumu, boş binalar ve ormanlık alanlar nedeniyle kesinlikle kullandırılmamasını ve benzeri talimatlar verdim.”[2]
Köroğlu’nun avukatı Ahmet Dinç ise savunmasında alınan önlemlerin hukuki gerekçelerini, ilgili kanun ve yönetmelik hükümlerine dayandırarak şöyle izah etti: “Müvekkilimin aldığı tüm tedbirler ve vermiş olduğu emirlerin kanunî dayanakları bulunmaktadır. Bunlar, İç Hizmet Kanunu’nun 88. maddesindeki ‘Silah kullanma yetkisine haiz bulunan her asker veya silah kullanma emrini vermeye yetkili her komutan, kanunun tayin etmiş olduğu müsaadeleri yerinde ve zamanında kullanmaz veya silahlarından tamamiyle istifade etmezse fiilin mahiyetine göre cezalandırılır’ hükmüne dayanmaktadır. 89. maddesinde belirtilen, ‘Hizmete ait bir vazifeyi yaparken maruz kaldığı bir mukavemeti bertaraf etmek veya askere ya da askerî eşyaya karşı yapılan bir tecavüzü bertaraf etmek için silah kullanmak zarureti hasıl olursa, her asker silah kullanmaya salahiyetli ve vazifelidir’ hükmü de bu kapsamdadır. İç Hizmet Yönetmeliği’nin 649. maddesindeki ‘Kışlada bulunmak emri verildikten sonra hiçbir kimse kışladan emirsiz ayrılamaz’, 644. maddesindeki ‘Hazır kıtanın kuvveti ihtiyaca göre belirlenir. Bu kuvvet en az üç kişiden oluşmak üzere birliğin tamamı da olabilir’, 645. maddesindeki ‘Bir birliğin kuvveti kâfi gelmezse diğer birlikler takviye edilebilir’ ve 650. maddesindeki ‘Hazır kıtanın cephanesi çabuk ve kolayca dağıtılacak bir yerde ve vaziyette bulundurulur. Fevkalâde hallerde hazır kıta personeli üzerinde münasip miktarda cephane bulundurulur. Bu miktar, hazır kıtanın teşkili emrini veren komutan tarafından tayin edilir’ hükümleri de savunmanın temelini oluşturmaktadır.”[3]
Genel Güvenlik Ortamı ve İstihbarat Değerlendirmesi
Dönemin güvenlik koşulları, tehdit algısını olağanüstü düzeyde yoğunlaştırmıştı. Özellikle 15 Temmuz 2016 günü saat 14.55’te gönderilen “Çok İvedi” ibareli istihbarat mesajında, terör örgütlerinin akaryakıt tankerleri, ambulans veya askerî araç görünümlü patlayıcı yüklü araçlarla birliklere, lojmanlara ve hizmet binalarına yönelik bombalı veya silahlı saldırılar planladığı bildiriliyordu.
Medyada son zamanlarda yer alan “Yurt Genelinde Terör Alarmı” uyarıları da güvenlik personelinin tehditlere karşı algıda seçiciliğini güçlendirmişti. Bu istihbarat mesajı ve medyadaki uyarılarla eş zamanlı olarak ya da öncesinde meydana gelen terör saldırıları, ülke genelinde teröre karşı artan bir farkındalık oluşturmuştu. 28 Haziran 2016’da Atatürk Havalimanı’na düzenlenen saldırı en az 41 kişinin hayatını kaybetmesine neden olmuş, 7 Haziran 2016’da Vezneciler’de gerçekleştirilen araçlı saldırıda 7 polis ve 4 sivil hedef alınmıştı. 13 Mart 2016’da Kızılay Güvenpark’taki patlamada 37, 17 Şubat 2016’da Genelkurmay lojmanlarına yönelik bombalı saldırıda ise 28 kişi hayatını kaybetmişti. 12 Ocak 2016’da Sultanahmet’te IŞİD tarafından düzenlenen intihar saldırısında 11 Alman turist hedef alınmıştı. Öte yandan, PKK’nın hem Suriye’deki faaliyetleri hem de Diyarbakır-Sur ile Mardin-Nusaybin’de yaşanan yoğun çatışmalarda yüzlerce güvenlik görevlisinin şehit düşmesi, askeri birliklerde alarm seviyesinin sürekli yüksek tutulmasına neden oluyordu.
Nitekim, 1 Temmuz 2016 tarihinde German Marshall Fund (GMF) tarafından yayımlanan ve Özgür Ünlühisarcıklı tarafından kaleme alınan uluslararası nitelikteki bir makalede de, Türkiye’de yalnızca 2016’nın ilk yarısında 377 can kaybı ve 1.648 yaralıyla sonuçlanan yoğun terör saldırılarının yaşandığı; bu ortamın, toplumda terör tehdidine yönelik farkındalığı ve güvenlik kaygılarını artırdığı, dolayısıyla toplumsal hassasiyetin belirgin biçimde yükseldiği vurgulanmıştır.[4]
Köroğlu’nun verdiği ifadelerden, aldığı önlemlerin kışlanın güvenliğini sağlamak amacıyla alındığı anlaşılmaktadır. Olayların açıklığa kavuşmaya başlamasıyla birlikte, alınan tedbirler kademeli olarak azaltılmış; havanın aydınlanmasıyla birlikte personelin karargâhlarına çekilmesi, silah ve mühimmat sayımlarının tamamlanmasının ardından ise faaliyetin sonlandırılması emri verilmiştir. O gece Jandarma Okullar Komutanlığı’nda kimse zarar görmemiştir. Ancak 15 Temmuz yargılamalarında, alınan bu tedbirler darbe girişimiyle ilişkilendirilmiştir. Köroğlu’nun kışlasını mevcut terör tehdidine karşı koruduğu şeklindeki savunması suçlamalar arasında görmezden gelinmiş; askerî kanun ve yönetmelikler yok sayılmış, yasal önlemler suç delili gibi sunulmuş ve gerçekler suçlamaların gölgesinde bırakılarak adalet sorgulanır hâle gelmiştir.
Kaynaklar
[1][2] Sadik Köroğlu’nun 12.07.2017 tarihinde Ankara 20. Ağır Ceza Mahkemesi’nde verdiği beyanı.
[3] Sadik Köroğlu müdafii Avukat Ahmet Dinç’in 18.07.2017 tarihinde Ankara 20. Ağır Ceza Mahkemesi’nde verdiği beyanı.
[4] Özgür Ünlühisarcıklı, Terror Continues in a Polarized Turkey, The German Marshall Fund of the United States (GMF), 1 Temmuz 2016. Erişim: https://www.gmfus.org/news/terror-continues-polarized-turkey